ULUSAL İLETİŞİM AĞI

11 Eylül 2010 Cumartesi

Kriz ve Sosyal Hizmet

08 Şubat 2009

Sosyal ve ekonomik krizlerin sıklıkla görüldüğü liberal ekonomik sistemin sigorta görevini üstlenen en önemli kurumların başında sosyal hizmet ve sosyal yardım kurumları gelmektedir. Bu kurumlarda verilen hizmetlerin niteliği ve niceliği ise ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre farklılıklar gösterebilmektedir.

Ülkeleri sosyal refah hizmetleri konusunda sınıflandırmaya tabi tutan Esping Andersen’a göre üç tip refah rejimi tipolojisi bulunmaktadır. Bunlar bireyci-liberal, bireyci-sosyal demokrat ve muhafazakar-cemaatçidir. Her ne kadar Andersen’ın refah rejimi tipolojisi Avrupa ülkelerini kapsıyor olsa bile ülkemizin mevcut refah rejimini de güney Avrupa ülkelerinin içerisinde yer aldığı cemaatçi muhafazakar sınıflandırma içerisinde algılayabiliriz.

Bilindiği üzere muhafazakar-cemaatçi yapılanmanın olduğu ülkelerde sosyal hizmet ve sosyal yardımlar kurumsal uygulamalardan daha çok aileye, akrabalık ilişkilerine, hemşericilik derneklerine ve diğer toplumsal oluşumlara bırakılmaktadır. Yani sorumluluk devlete değil daha çok aileye ve topluma havale edilmektedir. Ancak üretim ilişkilerinde yaşanan hızlı değişimler sonucu, bu ülkelerde de kurumsal çözümler zorunlu hale gelmeye başlamıştır.

Yaşadığımız son ekonomik kriz göstermiştir ki mevcut sosyal politikalarla sorunları çözmek mümkün değildir. Yoksulluk kronik bir hale gelmeye başlamıştır. 1980 sonrası yeni liberal söylemde istihdamı artırmak için üretim şarttır önermesi doğru iken artık teknolojik gelişme ile tam tersi bir önerme söz konusu hale gelmiştir. Yani üretim artarken istihdam hızla düşmektedir. İşsizliğin hızla artması ve yeni işsizlerin ortaya çıkması mevcut istihdam ve üretim denklemini tamamen değiştirmiştir.

Toplumsal sorunlarda işte bu noktada ortaya çıkmaktadır. Üretime katılamayan ve sayıları katlanarak artan bu kitleyi toplumsal düzlemde, dışlanmadan ayakta tutabilmenin yolu ne olmalıdır? Hapishanelerdeki doluluğu, işsizliği, hırsızlığı ve diğer adi suçlardaki hızlı artışları durdurabilmenin yolları nelerdir? Ya da sürekli olarak sosyal yardımlarla toplumsal yapıyı sürdürülebilir kılmak mümkün olabilir mi?  Gençlere ve çocuklara eğitimde fırsat eşitliği sağlanıyor mu? Peki, bütün bu olumsuzluklar ekseninde toplumsal barışı ve sürdürülebilirliği ne kadar götürebiliriz? Bu sorunlar sadece bizim toplumuz için değil gelişmiş ve gelişmekte olan bütün ülkelerin kriz sonrası ana sorunları olarak karşımızda durmaktadır.

Bu kadar ciddi bir ekonomik krizin yaşandığı bu günlerde sosyal hizmetler ve sosyal yardımlar ne düzeyde sunulmalıdır? Sürekli yardımlarla yaşamaya alıştırılan bir kitle ile nereye kadar gidilebilir? İnsanların onuru, ruh ve beden sağlığı nasıl korunmalıdır? Bütün bu ve benzeri soruların yanıtlarını şimdiden verebilmek ne yazık ki çok fazla gerçekçi gözükmüyor. Ancak bilinen bir gerçek var ki o da sosyal hizmetlerin toplumsal yapıyı ayakta tutabilmek için ne kadar vazgeçilmez olduğudur. Ayrıca unutulmamalıdır ki ülkemizde de sosyal hizmetlerin kurumsallaşması ve mevcut yapının reforme edilmesi  gerekmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder