ULUSAL İLETİŞİM AĞI

11 Eylül 2010 Cumartesi

Sosyal Yardımlar Sosyal Sorunları Çözebilir mi?

02 Mart 2009

Son günlerde basın yayın organlarında sık sık haber konusu olan, sosyal yardımlar acaba üyesi olmak için çaba harcadığımız AB üyesi ülkelerde de aynı şekilde mi dağıtılıyor? Ya da bu konularda merhametli bir toplum olduğumuz için biz mi daha ileriyiz? İnsanlara kömür, beyaz eşya veya kuru gıda yardımının ne zararı var diyebilir miyiz? Bu işi bilimsel olarak bilen ancak Türkiye’de bir türlü uygulama ortamı bulamayan sosyal hizmet uzmanları, bu konularda neden çok dertliler? Yukarıdaki benzer soruları sayfalarca çoğalmak mümkündür. Ancak burada asıl önemli olan sosyal sorunların çözümünde daha iyiyi daha güzeli ve insan onuruna yakışanı bulabilmek ve uygulayabilmektir.

Yıllardır yapılan sosyal yardımlara rağmen işsizlik mi azaldı? İnsanlar daha çok mu üretime yöneldi? Yoksa insanlar istemeyerekte olsa tembelliğe ve dilendiriciliğe mi alıştırılıyor? İnsanların ihtiyaçlarının ne olduğunu ve yardımların hangi kriterlere göre dağıtılacağını ve dağıtımlarda insanların incitilmeyeceğine ilişkin mevcut sistemin bilimsel temelleri var mıdır? Sosyal yardımlar yüzyıllardır genel kabul görmektedir. Bu konuda kimsenin itirazı olamayacağı açıktır. Ancak asıl sorunun yöntem sorunu olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca bu konuda önemle dikkate alınması gereken ise gelir dağılımındaki dengelerin inanılmaz derecede bozulmuş olduğudur. Sosyal yardımlarla bunun önüne geçebilmek ne yazık ki mümkün gözükmemektedir. Yani en zengin kesim ile en yoksul kesim arasındaki uçurum hızla büyümektedir. Temel sosyal ve ekonomik göstergelerde radikal düzenlemeler yapılamadığı sürece, bu perişanlığın daha da artacağı unutulmamalıdır.

Mevcut sorunlar A veya B partisi meselesi olarak görülmemelidir. Çünkü ülkemizde yoksulluk yıllardır düzenli bir artış göstermektedir ve bu durum hiç değişmeden devam ede gelmiştir. Küreselleşen dünya düzeninde sosyal sorunların çözümünü kısır iç çekişmelerle ortadan kaldırabilmek mümkün gözükmemektedir. Sorunların çözümü ancak dünyayı ve dünyanın geleceğini iyi okuyabilen, ekonomisini ve çocuklarını sistemle uyumlu bir hale getirebilen ülke olabilmekten geçmektedir. Çünkü yaşamda ne ekersek onu biçeceğimiz kesindir. Emek vermeden, okumadan, üretmeden sadece tüketmek ve bütün dünyayı suçlamaya devam etmek ancak nereye kadar?

Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip olduğumuz dikkate alınacak olursa, bu genç nüfusun her ne pahasına olursa olsun çok iyi eğitilmesi şarttır. Çünkü gelecek yıllarda da aynı sosyal yardım rezaletlerini yaşamak istemiyorsak, bunu yapmak zorundayız. Eğitimde fırsat eşitliği yaratılmalı ve devlet bütün çocuklarına sahip çıkabilmelidir. Aksi takdirde toplumsal geleceğimiz bugünümüzden çok daha kötü olabilir.

Toplumsal barışın ve huzurun anahtarı da hiç kuşkusuz açlığı, yoksulluğu, işsizliği ve eğitimsizliği ortadan kaldırabilmekten geçiyor. İnsanına ve özellikle çocuklarına gerekli yatırımı yapmayı beceremeyen milletler M. Kemal Atatürk’ün de ifade ettiği gibi köle olmaya hatta yok olmaya mahkumdurlar. Peki, çözüm çok basit bir şekilde ortada iken, bu duyarsızlık ve çözümsüzlük niye?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder